Müzelerde hiçbir şey körlere göre değil: ‘Eserlere dokunmak istiyorum’

İZMİR – Müzelerden sonra artık temalı sergiler de engelleri aşmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Kopya Heykeltıraşlık Eserleri Müzesi’nde aynı üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü öğrencilerinin yapıtlarından oluşan bir sergi açıldı. İlhamını Karyalı Tanrıça Hekate’den alan ‘Ay Yolu’ seramik sergisini diğerlerinden ayıran özelliği, görme engelli olan bireylerin orijinal eserler üzerinden bir sergiyi deneyimleme fırsatı sunması oldu. Bu sergi bize aynı zamanda sosyal alanda eşitsizlikle mücadele etmek zorunda olan engelli bireylerin sanatsal/kültürel etkinlilere erişimlerinin hangi aşamada olduğu sorusunu da hatırlattı.

Türkiye’de müzelerin büyük çoğunluğu, görebilen bireyler için tasarlanıyor ve bu doğrultuda uygulamalar yapılıyor. Bununla birlikte engelli bireylerin müzelere erişiminin sağlanmasına yönelik yeni uygulama ve düzenlemeler her geçen gün artıyor. Bu uygulamaların başında mekanlara ulaşım ve ziyaret güzergahlarında yapılan fiziki düzenlemeler geliyor. Bazı müzeler de işitme engellilere yönelik rehberlik hizmeti sunuyor. Ancak müzelerde hiç şüphesiz ki görme engelli bireyler en dezavantajlı grubu oluşturuyor. Görme engelliler, tüm bu olumlu gelişmelere rağmen müze gezileri konusunda en az değerlendirilen gruplar arasında yer alıyor. Çünkü koruma ve sergileme yönergeleri esere dokunmayı engelliyor.

Bu durumda görme engelliler daha önce fikir sahibi olmadıkları bir objeyi dokunmadan nasıl algılayabilir? Görsel kültür öğelerini nasıl hissedebilir? İşte çağdaş müzeciliğin son dönemde üzerinde durduğu konulardan birisi de görme engelli bireylerin müzelere erişiminin sağlanabilmesi için neler yapılabileceği oldu. Görme engelli ziyaretçiler genellikle birkaç antik eserin kopyası üzerinden bu deneyimi yaşama şansına sahip oluyor. Peki, elleri gözleri yerine geçen görme engelli bireyler bu şekilde antik dönem kabını, heykelini veya modern bir sanat eserini gerçekten hissedebiliyor mu? İstanbul Üniversitesi Müze Yönetimi Doktora Öğrencisi Zeynep Aktop Çetinbayır ve görme engelli bireyler Emine Ortakaya, Fatma Aydar ve Maide Könez’e sorduk.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi

‘SESLİ ANLATILAR TEK BAŞINA YETERSİZ’

Müzelerde eserlere dokunmanın yasak olduğunu ancak görme engelli kişiler için dokunmanın görmenin yerine geçtiğini söyleyen Zeynep Aktop Çetinbayır, duyusal müzecilik çalışmalarının önemine değinerek şunları anlattı:

“Bir müzede tüm eserleri kapsayan dokunsal turlar oluşturmak hem eser hem ziyaretçi güvenliği açısından imkansız diyebiliriz. Bu nedenle alternatif yollara gidilmesi gerekir. Görme engelli bir ziyaretçiye dokunmanın yasak olduğu bir ortamda diğer duyularını destekleyecek olanaklar tanınması bu yüzden önemli. Biliyoruz ki müzelerde yaygın bir biçimde sesli anlatımlar kullanılıyor. Bazıları tüm ziyareti tek bir kulaklıkla destekliyor, bazıları oluşturdukları stantlarda cihazlarla eser önünde dinliyor. Peki, bu sesli anlatılar görme engelli ziyaretçilerin eserleri tanıması için yeterli mi? Bu durum birçok açıdan tartışmalı bir konu olsa da tek başına yetersiz sayılabilir. Özellikle dokunma ve işitmenin bir arada kullanıldığı replikalar daha destekleyici olacaktır. Günümüzde her türlü iletişim ağına ulaşmak oldukça kolay. Görme engelli ziyaretçinin müze ziyaretindeki motivasyonunu destekleyecek ve eserler hakkında doğru bilgi aktarımı sağlayacak sergiler düzenlenmeli. Bunların yanı sıra görme engelli ziyaretçiler için eserleri hissedebilmelerini destekleyecek uygulamalarla beraber çevresel erişimlerini destekleyecek olanakların da oluşturulması gerekir. Bu da önemli ve atlanmaması gereken başka bir konu.”

‘ZİYARETÇİYİ İZLEYİCİDEN KATILIMCIYA DÖNÜŞTÜREN BİR MODEL’

Dokunsal turların yapıldığı sergilerin zaman zaman da olsa gerçekleştiğine dikkat çeken Çetinbayır, son zamanlarda görme engellilere yönelik karşısına çıkan iki müze olduğundan bahsetti. Hem Anadolu Medeniyetleri Müzesi hem de İzmir Engelsiz Modern Sanatlar Müzesi’nde replika eserler ve işitme cihazlarının birlikte kullanıldığı uygulamaların bulunduğunu söyleyen Çetinbayır, yeni müzecilik anlayışıyla birlikte başlayan duyusal müzecilik çalışmaları ile ilgili şu bilgileri aktardı:

“Yeni müzecilik özellikle ziyaretçinin yaşam kalitesini arttırmayı hedefleyen, bütünleştirici, erişilebilirliği ve etkileşimli müze ziyaretlerini merkezine alan bir yaklaşım. Bu noktada ziyaretçiyi izleyiciden katılımcıya dönüştüren bir model olarak karşımıza çıkıyor. Ziyaretçinin katılımcı halini almasını destekleyen; denemeye ve keşfetmeye iten sergileme çalışmaları da bizi duyusal müzecilikle tanıştırıyor. Duyusal müzecilik çalışmaları merkezine görme, dokunma ve işitme duyularını alıyor. Dokunsal turların oluşturulmasıyla ilk adımları atılan duyusal müzecilik uygulamalarıyla zamanla birden fazla duyunun bir arada kullanıldığı, ardından koklama ve tat alma duyularını da harekete geçirecek sergileme yöntemleri geliştirilmeye başladı. Koku duyusunu harekete geçirmek için bazen eserin yanında bazense ayrı bir alanda koku istasyonları oluşturularak eser veya eserin ait olduğu döneme ilişkin kokuların yayıldığı örnekler var. Bu koku istasyonlarındaki yanmış odun, baharatlar ve tuvalet kokuları Orta Çağ yaşamını ziyaretçilerine sunmak için dikkat çekici bir uygulama oldu. Kokular, insan hafızasında önemli bir yere sahip, bu nedenle müzelerde kokuların kullanıldığı sergilerin yapılması önemli. Tat almaya yönelik uygulamalar ise daha çok atölye çalışmalarında yaygın kullanılıyor. Bazen tabloda resmedilen yiyeceklerin ziyaretçiye tattırıldığı bazense sanatçının eseriyle uyandırmak istediği hissi vermek için servis edilen yiyecekler hazırlanıyor. Genellikle müzelerde engelliler için oluşturulan ayrı ve kısıtlı sayıda erişilebilir eser veya alanlar oluşturuluyor. Bu durum tabi ki imkanlardan kaynaklı kısıtlı tutuluyor. Bu kısıtları azaltmak için diğer duyuların da kullanıldığı sergileme yöntemlerine yönelmek gerekir. Engelli ziyaretçilerin özel gereksinimlerinin farklı duyu kullanımlarıyla azaltılması ziyaretçileri bütünleştirme açısından katkı sağlar ve herkes için erişilebilir sergi oluşturmayı destekler.”

İzmir Engelsiz Modern Sanatlar Müzesi (İZDEM)

‘GÖRMEYENLER MÜZELERİN BİREBİR ZİYARETÇİSİ OLAMIYOR’

Görme engelliler için dokunmanın büyük önem taşıdığını ifade eden Emine Ortakaya müze gezileri sırasında yaşadığı zorlukları anlatarak şu sorunlara dikkat çekti:

“Görme engelli birey, tek başına veya bir grupla müzeye girdiğinde, önünde durduğu her sanat eserini ya kendisiyle birlikte gelen birisi veya orada çalışanlardan birisinin sesli olarak betimlemesi gerekiyor. Kaldı ki hem üç boyutlu eserlerin hem de resimlerin anlaşılması, betimleyicinin başarısına bağlı. Yani betimleyen kişinin gözlem ve anlatım gücünün çok iyi olması lazım. Hatların, çehrenin çok iyi ifade edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla betimleyici eserleri betimlerken o jargona hakim olmalı. Bunun dışında bazı müzelerde sergilenen eserlerin üç boyutlu maketleri, görmeyen ziyaretçilerin dokunabilmeleri için yapılıyor. Buradaki en büyük açmaz, eserlerin orijinallerine dokunamayışımız. Orijinallerinin zarar görmesi riskine karşı kopyasının üretilmesi düşünülmüş fakat bu da çok yetersiz bir uygulama. Onu kopya eden sanatçı freske veya heykele bakıp gördüklerini kopya ediyor; sonuçta kendi hayal edip ürettiği bir eser değil. Dolayısıyla gördüklerini şekillendiriyor, görmediklerini şekillendiremediği için biz de eksikli olarak incelemiş oluyoruz. Çünkü bu onun kendi yaratımı değil. Bu, birşeyin aslı dururken müsveddesine bakmak gibi bir şey. Sonuç olarak görmeyenler, müzenin birebir ziyaretçisi ve yararlanıcısı olamıyor. Bu nedenle bir uzmanla birlikte aslına dokundurularak incelemek bizim için çok önemli.”

‘SİZ GÖREREK NASIL ALGILIYORSANIZ BİZ DE DOKUNARAK ALGILIYORUZ’

Görme engelli Fatma Aydar, bir eseri sesli betimleme yöntemiyle dinlemek ile dokunmak arasındaki farkı şu sözlerle anlattı:

“Rehberin bana anlatmasından farklı olarak dokunduğumda o cismi zihnimde daha iyi canlandırabiliyorum. Mesela onun sert ya da yumuşak oluşunu hissediyorum. Ama hiç dokunmadan dinlediğimde nasıl bir şey olduğunu hayal edemiyorum. Mesela şimdi gözlerinizi kapatın ve size bilmediğiniz bir şeyi anlatayım. Siz de gözünüzde canlandırmaya çalışın. Ancak gözünüzü açtığınızda canlandırdığınız cisimden bambaşka bir şey görebilirsiniz. İşte siz bir şeyi görerek nasıl daha iyi algılıyorsanız bizler de dokunarak algılıyoruz. Kaldı ki ben görme yetimi yavaş yavaş kaybettim. Bu açıdan doğuştan hiçbir şeyi görmeyenlerle bizim aramızda fark var. Ben bazı şeyleri geçmişte gördüğüm için mesela ‘sütun’ denildiğinde ya da ‘kırmızı’ denildiğinde onu zihnimde canlandırabiliyorum. Ama doğuştan görmeyenler nasıl hissediyor onu bilemiyorum. Nasıl farklı kişiliklerimiz varsa bizim de görme ve hissetme açısından farklı farklı duyularımız olabiliyor.”

‘ESERE DOKUNMAZSAM BENİM İÇİN BİR ANLAM İFADE ETMİYOR’

Görme engelli Maide Könez ise tarihi eserler, camekanların arkasında olduğu için dokunamadığını ve bu nedenle geçmiş dönemlere ait eserler hakkında hiçbir fikri olmadığını belirtti.

Kendisi için dokunmanın çok önemli olduğunu dile getiren Könez, şunları söyledi:

“Birçok eser körlerin dokunmasına uygun hale getirilebilir. Ancak müzelerde hiçbirşey körlere göre değil. Bir müzeye gittiğimizde rehberler bize anlatıyor ama ben onun anlattıklarını evde de dinleyebilirim. Benim eseri dinlememin yanısıra hissetmem, dokunmam gerekiyor. Dokunmak beynimizde görmekle aynı yere temas ettiği için direkt kafamızda kurgulayabiliyoruz. Bir heykele dokunduğumda o kişiyi kafamda betimleyebiliyorum. Dokunduğum zaman o eserin resmi gözümün önüne gelebiliyor. O nedenle bir müzeyi ziyaret ettiğimde oradaki esere dokunmazsam benim için bir anlam ifade etmiyor. Çünkü görme engelliler kafalarındaki bütüncül resmin oluşmasını dokunma ile tamamlıyor” ifadelerini kullandı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir